Yolsuzluk…
Bir kelime değildir aslında; bir milletin vicdanında yıllar boyunca açılıp kapanmayan en derin yaradır. Bu yara, bir gecede ortaya çıkmaz; bir gecede de kapanmaz. Ne tek bir kişinin hatasına indirgenebilir ne de yalnızca birkaç kişinin omuzuna yüklenebilir. Yolsuzluk, adaletin ayak izlerini kaybettiren; alın teriyle çalışan insanların hakkını görünmez hâle getiren; devletin ruhunu yoran ağır, soğuk ve karanlık bir gölgedir.
Biz Türk dünyası olarak, hem acının hem sevincin, hem zaferin hem de ihanete karşı direnişin ne demek olduğunu tarih boyunca yaşayarak öğrendik. Bu coğrafyada doğmak, sadece toprak üzerinde yaşamak değildir; aynı zamanda bir vicdanın, bir namusun ve bir kültürün taşıyıcısı olmaktır.
Tarih bize bir gerçeği defalarca hatırlatmıştır:
Devlet insan içindir; insan ise Allah’ın emanetidir.
Emanete ihanet edenin, milletin sofrasından çaldığı her lokma, önce kendi evine zulüm olur; kendi soyuna, kendi geleceğine yük olur.
Bugün yolsuzlukla mücadele yalnızca hukuki bir başlık, yalnızca mahkeme salonlarına sıkışmış bir süreç değildir. Bu mücadele aynı zamanda siyasi bir iradenin gücünü, ahlaki bir duruşun berraklığını ve milletin toplu vicdanının sesini gerektirir. Bir toplumda yolsuzluk arttığında ilk kaybeden para olmaz. İlk kaybolan adalettir, merhamettir, güvendir.
Ve güven çöktüğünde; geriye ne sağlıklı bir kalkınma, ne uzun vadeli bir yatırım, ne de gelecek umudu kalır.
Bizim coğrafyamızda devlet geleneği kutsaldır. Çünkü biz, devleti kuran; devlete yön veren; devleti yaşatan bir medeniyetin çocuklarıyız. Azerbaycan’da da Türkiye’de de “devlet” kavramı yalnızca duvarlardan ibaret değildir.
Devlet; dedelerimizin yeminidir, analarımızın duasıdır, şehitlerimizin kanıdır.
Bu yüzden yolsuzluk millete ve şehidin emanetine açık bir saygısızlıktır. Yolsuzluk, bir kişinin yaptığı basit bir yanlış olmamakla beraber ,ona göz yuman yüzlerin, çıkar uğruna susan dillerin, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen zihniyetlerin toplamından beslenir.
Aslında en büyük yıkımı yapan; rüşvet veren ya da alan değil…
Ona “olabilir” diyerek meşruiyet kazandıranlardır. Bir toplumda kötülüğü güçlendiren şey ,kötülüğe karşı sessiz kalanlardır. Bu karanlık düzeni kırmak, büyük projelerle olmaz; küçük ama temiz bir niyetle başlar. Bir imza atarken, bir makam teslim alırken, bir bütçe açarken insanın içinden bir ses yükselmelidir:
“Bu yetki bana Allah’ın ve milletin emanetidir.
Bunu kirletirsem önce kendimi yakarım.” Bugün Türkiye’de ve Azerbaycan’da yolsuzlukla mücadele yalnızca mahkemelerin görevi değildir. Gençlerin, gazetecilerin, aydınların, akademisyenlerin, sivil toplumun ve her bir vatandaşın sorumluluğudur. Çünkü devlet, vatandaşları konuşup hesap sorunca yükselir.
Bir millet ayağa kalkarsa, kirli düzenlerin ayakta kalacak gücü kalmaz.
Bir nesil “helal lokma” bilinciyle yetişirse, yarın bugünden daha aydınlık olur. Bizim milletimiz büyük bir millettir; sınavları çoktur ama her sınavı aşan bir iradesi vardır. Bizim medeniyetimiz, haksızlığa rıza göstermeyen bir medeniyettir.
Ve unutulmamalıdır ki:
Yolsuzluk karanlıksa, adalet güneştir.
Güneş doğduğunda hiçbir gölge kalmaz.