Erhan Salman

Böyle Gelmiş Böyle Gider… Mi?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye’de yıllardır söylenegelen iddia muhalefet partilerinin güçsüzlüğü veya yeterince muhalefet yapamamalarıdır.

Türkiye’de 2024 yılı ve 2025 yılı için yapılan öngörüler ve değerlendirmeler, ekonominin bundan daha iyi olamayacağı yönünde. Zaten 2024 yılında ekonominin pekiyi bir veri tabanı sunmadığını deneyimleyerek gördük.

2024 yılı artık neredeyse tamamlanmak üzere. Enflasyondan tutunda ücret, maaş ve fiyat düzeylerine değin bu yıl, dar gelirliler için hiç umut verici geçmedi. Enflasyonun baskılanacağı söylenmesine rağmen, hatta enflasyonun tedricen (kademeli olarak) düşeceğini söylemelerine rağmen, ülkemizde 2024 yılı, enflasyon canavarının hanehalklarının neyi var neyi yok yuttuğu bir dönem oldu.

Yılsonu yaklaştıkça asgari ücret üzerinden toto oynamalar da artmakta. Ama ne ki bu tahminlerin veyahut iyi niyet bağlamında değerlendirilecek öngörülerin hiçbirinin şimdiden geleceğe asgari ücretin “beklenen düzeyde” artışına umutvâr olamayacağı da bir hakikat. Çünkü, TUİK diye bir kurumumuz var ve “sihirbazlıkta” eline su dökülememekte.

Yıl boyunca maşallah ağzımızdan “tasarruf” sözcüğü hiç eksik olmadı ama her nedense, devletin kurumları da “itibarlarından” birân olsun tasarruf adına ödün vermediler. Vatandaşlar için kesenin ağzını açmakta zorlanan devlet-hükümet-kabine-devlet başkanı, söz konusu resmi- kamusal harcamalar ya da giderler olduğunda, tasarruf tedbirlerini unutuverdi.

Dediğim gibi yine yılsonu yaklaşmakta ve dar gelirlilerin, yani ücretlilerin ve maaş geliri elde edenlerin gözleri kamu otoritelerinin nasıl bir zam “müjdesi” vereceğine kilitlenmiş durumda, günlerini hayal âlemlerinde tüketerek “bir umut misali” bekleyişle güzel günlerin gelmesini sabırla ümit edecekler.

Türkiye’de her nedense bazı şeyler hiç değişmiyor… Fakirin ve garibanın umudu seneler ardına devrediyor, ama bakıyorsunuz “elde var sıfır”! Sıvasız evlerde yaşanan dramlar olsun, fakirlik olsun, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince bütçelerinin olamamasından dolayı mahrum kalan kesimlerin hiç değişmemesi gibi, ülkemizde böyle böyle bazı şeyler hiç değişmiyor.

  • * *

Yine, benim değineceğim bir başka husus siyasî partilerin, gerçekten de demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olmalarına rağmen, bu siyasî partilerin kendilerini vareden halka rağmen bir politika üretmeye meyletmeleri ya da yüksek rakımlı yerlere geldiklerinde varoluş gerekçelerini unutmaları.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yerel seçimlerde elde ettiği başarı küçümsenemez. Bu sıçramayı, başarıyı küçümsemeye, azımsamaya çabalayan tabii ki bazı çevreler var. Zaten bu kesimlerin asli görevleri daha çok, siyasal erke şirin gözükmek ve gazetecilikten ziyade konum ve pozisyonlarını muhafaza etmek üzerine şekillenmiş. Bundan dolayı da muhalefetle ilgili veya özellikle CHP ile ilgili bir haber veya gelişmeye, özellikle menfi bir gelişmeye deyim yerindeyse “balıklama atlıyorlar!”.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin işbaşında olduğu belediyelerde ister akçeli olsun ister kadrolaşmaya yönelik olsun, “olması gerekenin” dışında ya da iktidar medyasının abartarak yansıttığı gelişmelerde de gördüğüm kadarıyla CHP belediyelerinin halkla ilişkiler ve kriz yönetiminde insanların içine su serpecek “evet, hah bu açıklamanın üzerine artık daha bir şey denemez” minvalinde, kamuoyunu bilgilendirecek izahatlarda zorlanmaları veyahut geç kalmaları.

Bunların hepsi, kanımca, muhalefet partilerinin aleyhine ama özellikle özgül ağırlığı en fazla olan CHP’NİN aleyhine.

Yine bir başka konu ise… Yıllardır bitmeyen hesaplaşmalar ya da içimizde biriktirdiğimiz yersiz rövanşist duygular. Özellikle sağ cenahta, sağ partilerde, cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşanan, içinde bulunan çağdan dolayı ortaya çıkan gelişmelerin, 2000’li yıllarda bile siyasal manevra adına kullanılmak istenmesi. Özellikle yakın dönem açısından bakıldığında, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, CHP’NİN ülkemizi tek başına yönettiği yılları “tek parti faşizmi” olarak nitelemesi, tıpkı bazı tatlı su balığı solcuların Sayın Erdoğan’ı faşist olarak nitelemesi kadar talihsizdir.

Sürekli söylenegelen bir cümle: Bir olalım diri olalım. Ve bunu, en çok da Sayın Erdoğan ikrar ediyor. O zaman artık geçmişle uğraşmayalım, bugün gizliden gizliye hedefe konan cumhuriyetimizin ikinci ismi İsmet İnönü sayesinde demokratik yaşamla idare ediliyoruz. Ha erken geçilmişti ya da zamanı değildi, Allahaşkına yirmi birinci yüzyılda bunun tartışması mı yapılacak? Son günlerde trend topic olan “iç cephe” meselesine gelirsek, sizce İÇ CEPHE nasıl sağlam olur, birbirimizi ideolojik olarak düşmanlaştırarak mı yoksa olgun düzeyli bir yurttaş duruşu ile mi?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Medyabir Ajans ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!